10 Temmuz 2011 Pazar
futbol üzerine
Futbola olan ilgim ve alakamı soran bir arkadaşa buradan cevap vermek istiyorum. it's the football,that's the football. What can I say?
Bu ise iki futbolsever arasında geçmiş bir dialog
-gülücük...fussball?
-ja ja fussball gülücük
4 Temmuz 2011 Pazartesi
karayip korsanları
24 Haziran 2011 Cuma
okusan ne okumasan m diye espri yapabilen yazı..
görünce aklıma ülkeye yaz gelmiş dedim.Malum güney amerikada henüz sonbahar..evet ama son bir bahar gayretiyle kendimizi yaprakları düşen park yollarına vurduğumuzu da sanmayın..çünkü bu romantizm buralarda yok..bu iyi bir şeymidir bilemem ama şahsen iyi bir şeydir demek içinde herhangi bir tecrübem yok..aklımda kalan tek şey sevmediğim sevemediğim buluğ dönemlerine teğet geçemeyen kış sabahları...
depresif etkisi hep oldu zannımca bünyede..hep o gri soğuk bıçak gibi günleri anımsıyorum..dışardaki kışın etkisi içerdeki yangını söndürmeye de hiç yetmemişti o sıralar..
güzel kadınlar diye konuya girince belki birileri keyifli bir yazı sandı ama maalesef değil..keyf sözünün hoşluğu bir yana,durumu bundan daha iyi ifade eden bir başka sözde sanırım olamazdı..
kış sabahları..güzel kadınlar..güzel memeli ve kalçalı dişi bedenler..teoman haksız sayılmaz güzel olan bazı vücutlarda boş ifadeler de pek yadırganmaz.belki de o bedene imaj katan yüzdeki o boşluğun her bünyede başkaca manalarıda olmuyor değildir..
opera dinlerim ben sevgili okurlar.okusan ne olur okumasan m..
IETT ye binerim ayrıca
iyetete diye telaffuz ederim hem.itirassız ve kaytsız bir haline alıştığım otobüs şöförleri zararsız bulurlar beni..
saatlerce beklediğimden belki özel bulurlar..sevgiliyi beklemediğim dendir belki bu kadar..sahi o beklemediğim sevgililer kaç beden kaç kilo olmuşlardır şimdi..sabah okula uğurlarken belki çocuklarını IETT durağının kış günlerinde kıç donduran yerine oturmayı da denemişlerdir.Anlıyorlar mıdır dersiniz o an beni? Bir sigara yaksalar yeridir..hem güzel vücutlar artık bir hatıra, boş suratlar da başka bir mana...
sonbahar burda..
orada yaz..
birbirine iki uzak sevgili gibi duran bu iki mevsim bünyede pek bir zor.
IETT iyidir güzeldir..hem unutmadan
dr murphy IETT ye binmeye devam ediyor hala...
23 Haziran 2011 Perşembe
zoooooooooorrrrtttttt bu bir...
bunu bir deneyelim bakalım madem yaz geldi. Domuzu bırakıyoruz biskolataya bakıyoruz. Tepsi fırından nasıl çıkarılırmış izliyoruz. Aklından benim de bir çikolatam olsa, benim de bir püskevitim olsa diye geçirenlerden şimdiden özür diliyorum. Bize niye alınmıyor orasını hala anlayabilmiş değilim
14 Haziran 2011 Salı
9 Haziran 2011 Perşembe
Hoppala Yarim Yaz Geldi...
Hava ısındı rahat dolaşmak lazım.
26 Mayıs 2011 Perşembe
Duyuru
Kendimizce bir duzen icersinde guncellemekte oldugumuz blogumuz Turkiye deki blogger.com erisim yasağı yuzunden, bloga Turkiye den katkisi olan insanlarca erisilemez olmustur. Kimileri yasak kalkti, ben girebiliyorum yahu gibi munferit cumleler soyleselerde şahsen ben hala dogru duzgun giremiyorum.
Bunu ne sebeple olursa olsun yasaklatanları ve yasaklayanları kınıyorum ve çıkarmayı planladıkları internet yasağı yasası konusunda malum önerilen paketlere şu paketleri öneriyorum;
- Aile Paketi
- Öğrenci Paketi
- Ev Hanımı Paketi
- Bekar Paketi
- Heteroseksüel Paketi
- Liberal Paket
- ve Anarşik Paket.
Ve de unutmayın oylarınız bolunmez ziyan olmaz.
8 Nisan 2011 Cuma
Bir blogumuz vardı.
Arada yazaydık
Kimse okumazdi
Ama okuduğunu varsayardik
Gazimizi atardik,
Kafadan sıcardik,
Blog dediğinde böyle olurdu,
Bizce yani,
Ulan ben askerde olur sanırdim,
Biri bir Yiyince toplu yasaklamayı,
Motune modugum acsana blogger.comu
Bu şiiri hala bu yasağı kaldirmayanlara adıyorum...
13 Mart 2011 Pazar
11 Mart 2011 Cuma
şimdi altında önce bir sıcaklık sonra bir serinlik hissedeceksin; altına ediyorsun.
26 Ocak 2011 Çarşamba
24 Ocak 2011 Pazartesi
Serçe ve fil
Çevresindekiler Frida ve Diego ‘ya bu benzetmeyi yapıyormuş efendim. Ben daha çok bir kuğu ve koala ya benzetmiştim ama… Pera müzesinde bir süredir sergilenen bu 150 eserlik sergiden haberiniz vardır. Kahlo ve Rivera. Görüyorum ki insanlar bu sergiye Frida sergisine gidiyorum diyerek yollanıyorlar . Diego Rivera: döneminin parlayan yıldızı. Ama Frida’nın hayat hikayesinin de etkisiyle koca sergi özetle Frida olmuştu. Belkide felek öcün almıştı diye saçma bir düşünceyle gülüyorum. Yaa Diego Rivera.
Yine sinsi planlarımı yaparak söyleşi günü gittim bir de baktım cumartesi . Aferin banaaaaa. 22 ocak cumartesi günü Amerikalardan bu söyleşi için (Eleştirmen ve psikologmuş) Salomon Grimberg geldi. Frida’nın eserleri ve hayatı üzerine bir çok yayını varmış meğer. Eserleri analiz edip bu arada bir ömrün hikayesini paylaştı . Gördük ki sembolleri çok iyi kullanan bir ressammış Frida. Eserlerinde Salomonsuz anlayamayacağım bu derinliği kavrayabildiğim için pek müteşekkir oldum. Ama sergide var mı yok mu demeden yorumladığı birçok eser den sonra az sayıdaki Frida eseri ile karşılaşınca hevesim kursağımda kalmadı değil. Hikaye talihsizliklerle dolu. Annesini hiç göremiyor, çocukken babasını da kaybediyor . Henüz 18 yaşında geçirilen ağır bir trafik kazası ve bunla süregelen bir yığın sağlık sorunu, yapılan düşükler, görülen ihanet,hayal kırıklığı, edilen ihanet, biten bir evlilik. Hem fiziksel hem ruhsal bir ızdırap. Tüm bunlar olurken bir ressamın doğuşu. Geçirdiği bir operasyon sonrası tekerlekli sandalyesinde öylece otururken Diego kendisine hadi resim yap diyor. Frida da anlatmaya doğumundan başlıyor.
Sergiye filmini izlediğimden tüm bunları bilerek gitmiştim. Israrla kendimi bu özel bilgilerden soyutlamaya çalıştım nihayet serginin girişindeki bir afişte yazıların altıda çiftin ufak bir resmi bunu başarmamı sağladı. Bu kadın mutlu da olmuştu. Sevmişti ve sevilmişti. Diego ile öpüştükleri bir resimdi bu. Başka resimlerde de öpüşüyorlardı: mesela hasta yatağındayken. Fakat benim girişte gördüğüm birlikte bir duvar resmi boyarken iskelenin üzerinde çekilmişti. Müthiş bir enerjisi vardı. Fakat bu resim dışında olaylara inince hiçbir zaman eşit değillerdi.
Frida’nın yaptığı tüm otoportrelerinde gözlerdeki manaya takılıyorum. Gözler beyne en yakın organ ama anlamaya buradan başlamak tabi ki delilik olurdu. Mizacını kavrayıp önce suratından bunu atmaya çalışmak gerek. Salomon Grimberg ‘in bu kadınla sıyırmasına hak veriyorum. Fakat bir başka insanın hayatını ne kadar anlayabiliriz. the map is not the territory ... Salomon da eminim bu sorgulamanın alasını yapmıştır. Son olarak bu kadın Sürrealist değilse neydi! En sonunda tek çıkarabildiğim tüm bu bakışların kaotik bir varoluşa yöneldiğiydi. Hayata!
Diego’ya yazdığı bir mektup …
Sevmekten Ne zaman vazgeçtim?
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden "sen" olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
Frida Kahlo
Bu ise serginin broşüründen:
‘Herhalde bazılarınız benden Diego’nun çok kişisel ve kadınsı bir portresini bekliyorsunuz, hikayelerle örülü, eğlenceli, şikayetlerle dolu, biraz da dedikodu içeren, hani o her okuyucunun kendi garipliğine uygun olarak yorumlayıp kullanabileceği tür ‘efendi’dedikodudan. Belki insanın Diego gibi bir adamla yaşarken ne çok sıkıntı çektiğine dair sızlanmalar duymayı bekliyorsunuz benden. Ama ben, nehir akıyor diyekıyıların sıkıntı çektiğine, yağmur yağıyor diye dünyanın sıkıntı çektiğine, enerjisini salarken atomun sıkıntı çektiğine inanmıyorum…Benim için her şeyin doğal bir telafisi vardır. Olağanüstü bir yaratığın müttefiki olarak üstlendiğim zor ve anlaşılması güç rolde ödülüm, kırmızı bir yığının içinde yeşil bir noktadır: denge’dir benim ödülüm’
Kahlo,1949
15 Ocak 2011 Cumartesi
ilan
Cillop gibi apartman manzaralı,
balkondaki havuzda yiyişen, içişen, sevişen ya da gerinen hatun görme garantili.
Tenis kortundan kaçan topları geri yollamayarak günlük kazanç elde edip evine destek olabileceğiniz
gecekondu ilk sahibinden kiralık, son sahibinden satılıktır.
yalnızca mail atın,aramayın sormayın, açmıyoruz.
ne kadar uzağa gidebilirsin?
ne kadar uzağa gidebilirsin?
üstünü kirletip eve kostuğun gibi
koşuyormuydun içine de
ilk kir yapıştığında kalbine.
az biraz bildiğin dualardan hangisi idi
ilk aklına gelen
ya ilk akıldan çıkan,unuttuğun şey?
söyle
ne kadar uzağa gidebilirsin?
misler gibi kokan sabahlara
bu sürmeyle mi göz açtın
ya göz attığın vitrinlerden
en renksizi ben miydim?
durmadan düşünmeden
en sık söylediğin yalanı hatırla
en çok duyduğun yalanı hatırla
hem bir şey söyle
ne kadar uzağa gidebilirsin?
bedava diye reddettiğin
promosyon ürünlerinden biri değil kalbimdeki.
kabrimdeki toz toprak,
dağınıklık benden değil,
ziyadesiyle yalnızım
sen memnuniyetsiz yalnızsın
yine de söyle
ne kadar uzağa gidebilirsin?
matematiksiz halini daha çok sevdim hayatın
bitkisel bir boyutu da varmış,girenler bilir.
dilimde akşamdan beri bir soru
ne kadar uzağa gidebilirsin?
7 Ocak 2011 Cuma
Enflasyon Sepeti...
27 Aralık 2010 Pazartesi
18 Aralık 2010 Cumartesi
bu bi reklam lan..!
Onu ilkin ‘Arızalı birey özgür bireydir’ sloganıyla kapuskalı sofraların lezzeti olarak tanıdık..
Ve o şimdi ;
Silikonlu dudaklarda tebessüm,
fırçalanmamış dişlerde bakteri olarak geri döndü..
Bütün bildiklerinizi ve size anlatılanları unutup dr.Murphy’nin kristal fanusuna dalınız..ve kendinizi üzmekten bir kez vazgeçip bağırıp çağırmadan onunla kafa kol ilişkisine giriniz..
O...dr. Murphy...
Sivastapol kuşatmasında bir nefer..
Yaz sıcaklarının sinek öldüren ilacı..
Imf heyetinin olmazsa olmaz reçetesi..
Kılı kırk yarıp geçtiği yolları,güncel değerlendirmeleri,Kayseri’nin pastırmasını,Antep ‘in fıstığını sizlerle paylaşmaya geldi...
Çalsın davullar..oynasın kızlar..
17 Aralık 2010 Cuma
Oblomov'u seviyoruz. Yaşasın Oblomovluk!
"Baş kahramanı Oblomov adında bir Rus soylusudur. Oblomov kendisi için hep yeni projeler üretir ama tembelleğinden bir türlü bunları hayata geçiremez. Durumu daha da kötüye gitmeye ve toprağını kaybetmeye başlar. Oblomov aslında yazarın Rus aristokrasisine bir eleştirisidir. Romanın kahramanlarından Stoltz ise disiplin ve çalışkanlığıyla Avrupa'yı simgeler. Oblomov'un karekteri "Oblomovluk" diye bir kavramın doğmasına da yol açmıştır. Bu kavram aşırı tembelliğin en güzel ifadesidir."
"The main character of the novel is a lazy person who can not manage any task or priorities in his life."
"If a things worth getting out of bed for, it can be safely put off until later."
"Rus edebiyatının hiçbir kahramanı, ne Raskolnikov, ne Mişkin, ne Prens Andrey,eski Rus insanını, hatta bütün Doğuluları Oblomov kadar açıklıkla, en özlü yanıyla temsil etmez. Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov'un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı'dan farkını anlamaya başlamıştır. Oblomov klasik kahramanlar gibi genel bir tip, Don Kişot gibi, Tartuffe gibi insanlığın bir halini göstermekle birlikte, zamanına, çevresine sıkı sıkıya bağlı bir insandır."